HOŞGELDİNİZ

.
Matematik entellektüel bir yogadır. Özveri, güç ve kararlılık ister...
Google Gruplar
Matematikce08 grubuna kayıt ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

süper lig puan durumu

29 Ocak 2008 Salı

Okul Neyi, Neden, Nasıl?

Okul Neyi, Neden, Nasıl? Yrd. Doç. Dr. Ö.Said Gönüllü
İlkokulda ne öğrendiğimizi yıllar sonra hatırlayamayız. Hiçbir şey mi öğrenmedik, yoksa öğrendiklerimiz mi bir işe yaramadı? Birşeyler öğrendik de hatırlayamıyor muyuz, yoksa sonradan hatırlamamız gereken bilgilerin değil de, kendimizi bulma-bilme yolunda ilk adımları nasıl atacağımızın öğretildiği (bizi daha ziyade eğitmeye çalıştıkları) bir döneme mi karşılık geliyordu o yıllar? Acaba ilkokuldaki derslerde anlatılanlardan hafızamızda pek birşey kalmamasının bir sebebi de, ne öğreneceğimizi bizim belirlememiş (belki de hiç merak etmediğimiz konularla karşılaşmış) olmamız olabilir mi? Okula yeni başlamış çocuklara tek tek “Hangi konuları merak ediyorsun?” şeklinde bir soru sorulmuyor. Bununla, “Okulda ne öğretileceğini çocuklar belirlesin!” demek istemiyoruz. Fakat, müfredat plânlamaları yapılırken onların iç dünyaları ve kâbiliyetleri ne kadar biliniyor ve hesaba katılıyor? Çocuklarda ülfetle zedelenmemiş saf ve hür bir merak hissi var.
Bu yüzden, sınır tanımaz bir şekilde bunu ifade edebiliyor, çok can alıcı sorular sorabiliyorlar. Onlardaki bu saf ve hür merak hissinin fıtrî olarak yöneldiği alanlar ve konular ilköğretim sürecinde tespit ve takip edilemez mi? Benzer (birbiriyle örtüşen) vasıflardaki öğrencilerden oluşturulacak sınıflarda bu alanlara ağırlık verilemez mi? Peki bu mümkün müdür? Çocuklar, onlara vereceğimiz eğitim-öğretimin muhteva ve metodunu belirlememize yardımcı olabilecek ve bizi yanıltmayacak ipuçları sağlarlar mı? Daha doğrusu biz alabilir miyiz?Unutmayalım ki, her çocukta okul çağına kadar tabiatla, dünyayla ve insanla ilgili az-çok bir intiba gelişir. Çocuklar belki çok şeyi merak edebilirler; fakat bunların içinde hangileri onların istidat ve isteklerinin açık olduğu, hayatta severek ve muvaffakiyetle yapabilecekleri, insanlığa faydalı olabilecekleri alanlardır? Bunu ilköğretimde (veya en geç lisede) sadece ders durumlarına bakarak anlayabilir miyiz? Onlara ayrıca, “Hayatta en fazla neyi (veya neleri) severek en iyi şekilde yapabileceğine ve başarılı olabileceğine inanıyorsun?” sorusunu belli aralıklarla sorduğumuzda, bize tatminkâr cevaplar verebilirler mi?
Bu, kendilerini ne kadar zaman zarfında tanıyacaklarına bağlı bir husus ve bir insanın kendisini (inanç, istidat, irade gücü ve zaaflarıyla) tanıması da zaman isteyen bir süreç. İşte, onların gerçek ve derin merak alanlarını, zekâ ve kabiliyetlerini doğru tespit edebileceğimiz metotlar geliştirmek, ağırlığı buraya vermek, meraklarını kamçılamak ve canlı tutmak, onların kendilerini (daha hızlı ve sağlıklı) tanımalarına da yardımcı olabilir. Çocuklarda (hatta büyüklerde) gelip-geçici meraklar baş gösterebilir, zamanla yeni merak alanları ortaya çıkabilir. Bunlar her zaman gereksiz veya yanıltıcı da olmayabilir ve çocukların o zamana kadar saklı kalmış istidatlarının ortaya çıkmasına, o konuya yönelip başarılı olmalarına da vesile olabilir. Bu yüzden belli aralıklarla onlarla bu konuları doğrudan ve sistematik şekilde konuşmak faydalı olabilir.Burada aşırı idealist hatta ütopik bir yaklaşım içinde olma riski de var. Çünkü nüfusu hızlı artış gösteren, ilk ve ortaöğretim okulları öğrenci yoğunluğu yaşayan, öğretmenlerin kalabalık sınıflarda öğrencilerle tek tek ilgilenmesinin neredeyse imkânsız olduğu bir ülkede yukarıdaki hususları tatbik edebilmek kolay, hatta mümkün gözükmüyor.
Fakat bu, çözümü maliyet ve zaman açısından zor bir mesele; insan ile ilgili faktörler açısından değil. Keşfedilmeye muhtaç birçok hususiyetleri olan çocuklarımızı, okul sayısında yeterliliğin sağlanması, sınıflardaki öğrenci mevcudunun yönetilebilir sayılara indirilmesi durumunda, toptancı anlayışla değil, birer ferd olarak muhatap almak mümkün olabilir. Çocukların ortak yanları dikkate alınarak okulun ilk yıllarında verilecek ortak dersler belirlenebilir. Zaman içinde merak, istidat ve iradeleriyle yöneldikleri konuların farklılığı gözönünde bulundurularak belli kategoriler oluşturulabilir. Böylece onları gereksiz bilgi ve metotlarla oyalamadan, üzerinde çalışılabilecek doğru ana eksenler erkenden tespit edilebilir. İlköğretim (ve lise) “temel eğitim”dir. Tıpkı bir bina temelinin (zemin katın inşasını tâkiben) görünmemesi gibi, temel eğitim de bilhassa ilk safhaları itibariyle insana kazandırdıkları daha sonra doğrudan görülemeyen-gösterilemeyen bir süreç olarak yaşanır.
Peki temel eğitimde, bilhassa ilköğretimde ne öğretilmesi, çocukların nasıl eğitilmesi gerekir? Bu soruya kendi açımızdan uzun yıllar sonra bile kuşatıcı bir cevap vermek kolay değil. Fakat hemen herkes, bu kadar tecrübeden sonra, bu konuda ne yapmak (veya en azından ne yapmamak) gerektiğini eğitim sistemini plânlayanların bilmesini bekliyor. Okula neden gittiğimizin ne kadar farkındayız?Aklî gelişmenin, dikkat ve gözlemin nisbeten az olduğu ilkokul yıllarına ait hatıralarda, daha ziyade masumiyetin renk verdiği arkadaşlıklar, yaramazlıklar, çocukça sevgi ve korkular büyük yer tutar. Belki de en kalıcı iz bırakan -bütün bir hayat boyu insan için önem arz eden- husus, takdir edilme, onurlandırılma ve model gösterilmedir. Düzenli defter tutan bir ilkokul öğrencisinin yıllar geçse de unutamadığı hatırası, defterinin öğretmen tarafından arkadaşlarına örnek gösterilmesidir. İlköğretim birinci sınıfa giden bir çocuk ne öğrenmesi gerektiğini tam bir ihtiyaç şuuru içinde hissetmez.
Okula neden geldiğinin (veya gelmesi gerektiğinin) farkında değildir ve zâten bunu ondan kimse beklemez. Fakat, aklen olmasa da, kalben ve ruhen bunu ona hissettirmek, okulu onun için severek geldiği yeni bir yuva durumuna dönüştürmek mümkündür. Peki bunu nasıl yapacağız ve başarılı olduğumuzu nasıl anlayacağız? Eğer o bir müddet sonra okula alışmış ve severek gidiyorsa, daha çok kalbi ve ruhuyla buna müspet cevap veriyor demektir. Ama bu bizim gerçekten doğru işler yaptığımız mânâsına gelmeyebilir. Biz belki farkına varmadan hata yapıyor da olabiliriz; fakat o bunu tefrik edecek durumda olmadığından doğru zannedip olumlu tepki vermekte veya veriyor gözükmektedir. Çeşitli sebeplerden dolayı tersi durumu yaşayan (okula gitmek istemeyen) öğrencilerle mukayese edildiğinde ise, hem bizim hem de öğrencinin gerçek başarısına veya başarısızlığına tesir eden faktörler belirlenebilir.
Öğrenciler aynı sebeplerden veya bunların aynı tesir ağırlıklarından dolayı okula severek gidiyor veya gitmek istemiyor değildirler. Burada çocuğu çevreleyen bütün müessir unsurlar ortaya çıkan neticede değişen derecelerde pay sahibidir: ebeveyn, öğretmen, müfredat, arkadaş ve aile çevresi, komşular, sokak, medya vs. Peki çocuğu kuşatan bütün bir çevre olarak doğru yolda olduğumuzu nasıl anlayacağız?İnsanın başarısı, işini ne ölçüde istek, şuur ve muhakemeyle yaptığına bağlıdır. Ne istediğini bilen ne arayacağını da bilir; hedefi bellidir ve bu istikamette çalışır. Fakat bu daha ziyade belli bir aklî gelişme seviyesinden sonra olur. Dolayısıyla, çocuğun başarı veya başarısızlıklarının büyük ölçüde ona mâl edilmesi de doğru olmayabilir; fakat bu hatayı sıkça yapıyoruz. Buna paralel olarak, büyüklerin -bilhassa bugün daha sık görülen- ifratkârâne yaklaşımından dolayı, çocuklar okuldaki başarıyı ‘herşey’ zannetmeye başlıyor. Bunu âdeta hayattaki başarının olmazsa olmaz ölçüsü kabul ediyor.
Halbuki, okul hayatı başarısız geçmiş olmasına rağmen, hayatta kendisine yüksek hedefler belirlemiş, bunlara başarıyla ulaşmış ve örnek alınmış pek çok insan tanırız.Okula yeni başlamış öğrenci zâten okuma-yazmayı, toplama-çıkarmayı öğrenecektir. Doğru olan, onun bir şeyleri merak edip öğrenmek istemesi, ve okula da bundan dolayı ihtiyaç duymasıdır.1 Öğrenci, kendi isteğiyle araştırdığı konuları ve bulduğu cevapları sadece öğrenmez, daha da önemlisi, unutmayacak şekilde anlar; çünkü bunları kendisi talep etmiştir. O halde okulun birinci fonksiyonu, öğrencinin merak ve istidatlarını açığa çıkarmayı, bunlara cevap vermeyi ve doğru yönlendirmeyi esas alan daha ziyade bir rehberlik vazifesi olabilir. O halde, yukarıda sözü edilen bütün müessir unsurlar sorumluluk ve ahenk içerisinde böyle bir okul felsefesine destek olmaya çalışmalıdır. Kaldı ki, toplumun karşısına çıkan (okullu) çocuk toplum karşısındaki en savunmasız ve rehberliğe en fazla muhtaç ferttir. Peki bu rehberlik nasıl olmalıdır ki, yıllar sonra bir muhasebe yaptığımızda, bütün bir toplum, ama en başta eğitim câmiası ve aile olarak “Şükür ki az hata yapmışız.” diyebilelim. Okul: neyi, neden, nasıl?Okul sistemi açısından düşünecek olursak, öğrencinin gerçek muhatabı hocadır. Öğrencinin aklî gelişmişlik seviyesi hocanınkine ne kadar yakın olursa (lise, üniversite ve ihtisas) hem ikisi birbirini daha iyi anlar, hem de öğrenci okula neden gelmesi gerektiğini daha derinden hisseder (bu ondan beklenir). Peki ilköğretime yeni başlamış öğrenciye okulun mânâsını bütün bir toplum olarak ne kadar ve nasıl hissettirebiliriz?2
Biz büyükler çocuğun okula neden gitmesi gerektiği konusunda ne düşünüyoruz? Ya biz “okul”dan, hayat, insan ve insanın (potansiyel insandan kâmil insana doğru) gelişmesiyle bağdaşmayan, yanlış şeyler anlıyorsak?!..Bugün hemen hiçkimse okulun önemini inkâr etmiyor. Fakat büyük çoğunluk, evlâdını ilköğretime gönderirken nihaî hedef olarak onun üniversiteyi bitirmesini ve meslek sahibi olmasını istiyor; okumamanın kötü neticelerini etraftaki örneklerden (bazıları bizzat kendisinden) bildiği için, çocuğunu bu duruma düşmüş görmek istemiyor (bununla, “okula gitmemenin sonu muhakkak sûrette kötüdür” demek istemiyoruz). Peki hepsi bu kadar mı?!.. Okul sadece buna mı hizmet etmeli?!.. Hayatın mânâsı, sadece (sıkça duyduğumuz) “okuyup büyük adam olmak” veya “meslek sahibi olmak” mıdır ki, okuldan bunu bekliyoruz?!.. Ne yazık ki biz bugün daha ziyade piyasanın tesiri altında şekillenen “hayat” felsefemiz doğrultusunda okula bir misyon yüklüyoruz.
Eğitim sistemi de bu genel anlayışın baskısı altında biçimleniyor. Bugün temel eğitimde, bilhassa ilköğretimin ilk yıllarında bile, öğrenciye bilgi yükleme telâşına düşüyoruz. Ve bunu onun şahsî kemalâtı için değil (zâten buna kim ne kadar inanıyor?), sadece gelecek yıllarda gireceği imtihanlar için yapıyoruz. Başkalarıyla rekabet etme üzerine oturtulmuş bir imtihan sisteminden kaynaklanan ve üniversiteye girişe kadar devam eden psikolojik sıkıntılar aslında çevreden öğrencilere sirayet ediyor. Onları daha ziyade bizler bozuyoruz. Ve kısa vâdede bu yanlışın düzeltilmesi de mümkün gözükmüyor. Fakat, esas aktör olan çocuk herşeyden habersiz. Hayatın realiteleri ise “insan” olmaktan maksadın sadece diploma ve meslek olmadığını söylüyor. Halbuki çocuğa kendisiyle yarışması, başkalarına göre konumlandırmadan, kendisini aşmaya çalışması yönünde telkinde bulunmak (güzel misâller göstermek) insanın yaratılış hikmetine daha uygun olmaz mı?!.. Peki ama Yaratılış hakikati ne kadar ciddiye alınıyor?
Dünya üzerindeki mevcut eğitim-öğretim sistemlerinin okula, derslerin muhtevasına ve eğitim metoduna tarif getirmeye çalışırken dikkate almadığı en önemli nokta, insanın yaratılış hakikati ve hikmeti değil mi?!.. İnsanın fıtratına potansiyel olarak dercedilmiş istidatların ortaya çıkması ve onu hakiki insanlık ufkuna doğru yükseltmesi için müracaat edeceğimiz muhteva ve metodu tespit ederken, “insan gibi şuur, akıl ve irade sahibi bir varlığın neden varolduğu” sorusuna da en az biyolojik insana getirdiğimiz izah kadar şuurlu bir cevap getirmek mecburiyetinde değil miyiz?!.. Çocuklara, sadece dünyada yaşayacakları hayat için bir şeyler yapmayı öğretmek, Âhiret yokmuş gibi zavallıca bir dünya hırsı aşılamak, hem inkârı esas alan hâkim zihniyetin bir çelişkisidir,3 hem de çocukları küçük yaştan itibaren sadece kendi menfaati için yaşamaya iten, onları bencil ve ferdiyetçi kılan (sonra da bunun sonuçlarından şikâyet eden) oturmuş bir anlayışın olmazsa olmazıdır.Sadece dünyayı öğretmek konusundaki başarısı açısından baktığımızda bile, bizim coğrafyamızdaki sistem sınıfta kalmıştır.
Çünkü plânlayıcı konumundakiler tahminler yaparak müfredat hazırlamakta, çocuğun zekâ tipinin ve kâbiliyetlerinin yönelebileceği sahaları ne tanımak, ne de tanıtmak istemektedirler. Bu noktada, kulağa hoş gelen (Ehadî tecellilere açık) “çoklu zekâ” yaklaşımı önemli bir çözüm potansiyeli taşısa da, bunu tatbikatta hedefine ulaştırmak kolay gözükmemektedir. Evet, her insan ayrı bir âlemdir. Fakat öğrencilerin arasındaki farklılıklar hangi aralıkta sınıflandırılacaktır? Teferruatlı bir tasnif yapıldığı takdirde, çok fazla sayıda “zekâ ve kabiliyet” grubu ortaya çıkacağına göre, birebir eğitim-öğretim pratikte ne ölçüde başarılabilir? Acaba okul saatleri dışında öğrenciye hem dersler, hem de ahlâkî gelişim açısından rehberlik yapmak ve onunla daha yakından ilgilenmek mümkün olamaz mı? Bunun için ayrı birimler kurulamaz mı? Eğitim sisteminin fizikî ve beşerî altyapısı buna yeter mi? İki kritik eşik: okula başlama ve ergenlikBaşlangıç ve ilk intiba okulda da çok önemlidir.
İnsan hayatının en zor okul dönemlerinden olan ilköğretimin bilhassa başında öğretmen(ler)in konuşması, konuşturması, en azından akıl kadar kalblere de hitap etmesi, ister istemez model alınacak dışarıdaki ilk örnek olarak dört bir yandan kendisine bakıldığını unutmaması, tek cevaplı değil, “birden fazla ve birbirini tamamlayıcı cevapları olan” sorular yoluyla merak ve alâkaları canlı tutması, zihinleri çalıştırması, fizikî ve aklî oyunlara birlikte yer vermesi, tabiatın içinden gözlemler yaptırması çok önemlidir. Varlık âlemi ile dengeli ve Yaratılış’a saygılı bir münasebet kurmayı, tabiata doğru ölçülerle yaklaşmayı ders değil, müşahhas yollardan kendisi bir hayat tarzı olarak göstermelidir. Ayrıca, bazı âletleri kullanma ve kurup-sökme, bozma değil, her zaman tamir ve ıslah etme kabiliyetinin gelişmesini hedefleyen, teknik görünüşlü ama her zaman bir ruh ve mânâ taşıyan bilgiler de öğrenciye başlangıçta oyun, daha sonra deney yoluyla verilebilir. Tabiatta yapılacak gözlem ve konuşmalara daha fazla vakit ayırmak ve sınıf ortamını daha az kullanmak bu yaş grubunun seviyesi açısından daha uygun olabilir.
Bu nisbetler zamanla yer değiştirebilir.4Ergenlik çağı ise, duyguların ön plâna çıktığı ve karmaşıklaştığı en kritik bir başka dönemeç olduğundan, ebeveyn ve okul öğrenciyi, çocukluktan çıkıp tanımadığı yeni bir dünyaya el yordamıyla girmeye çalışan (çünkü algılama, hissetme ve dolayısıyla akletme belli ölçüde farklılaşmaktadır), bu yüzden de elinden tutulması, hayır duygusuna yönlendirilmesi ve sabırla bilhassa kalbine hitap edilmesi gereken bir genç insan adayı olarak görmeye çalışmalıdır. Ona realist yaklaşmalı ama ondan realist davranmasını beklememelidir. O bu geçiş döneminde zaman zaman çocukluğundaki kadar bile realist olamayacaktır çünkü. En az ebeveyn kadar okul da ona kucaklayıcı bir çizgide hitap edebilmeli ve (canlı ve tarihî misâller üzerinden) yüksek idealler gösterebilmelidir.
Meselâ hemen her şehrin bir köşesinde varlığını devam ettiren eski çarşılara yapılacak ziyaretlerde, ileri yaşına rağmen elinin emeği, alnının teriyle hayatını idame ettirmeye çalışan kanaatkâr ve mütevazı büyükler, fakir muhitlerdeki okullar ve öğrenciler karakter gelişimi devam eden ve şahsiyetini arayan bu yaş grubuna tanıtılmalıdır. Allah, canlılar âleminde böyle bir “ergenlik dönemi”ni çok çeşitli hikmetlere bağlayarak sadece insan için takdir etmiştir.

Hiç yorum yok:

Tarihte Bugün



Programlar


Zeka Küpünde Dünya Rekoru

Hiç Böyle Çarpma Gördünüzmü?

Napier Yöntemiyle Çarpma

Cem Yılmazdan Matematik

Son Dakika (Spor)